idari yargılama usulü kanunu iyuk madde 13

İYUK Madde 13 Doğrudan Doğruya Tam Yargı Davası (2025)

Yazar: Av. Batuhan Can ZANBAK

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK), 20.01.1982 tarihinde, 17580 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bir kişinin nasıl doğrudan tam yargı davası açabileceği ise İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun genel esaslar isimli birinci bölümünün 13. maddesinde “Doğrudan Doğruya Tam Yargı Davası Açılması” başlığı altında düzenlenmiştir. Bu yazımızda size İYUK 13. madde ile alakalı net ve kapsamlı açıklamalarda bulunacağız. Keyifli okumalar dileriz.

İYUK Madde 13’ün Temel Hükümleri ve Kapsamı

Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması:
Madde 13

1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
2. Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.

2577 Sayılı İYUK 13. maddede idari eylemlerden hakları ihlal edilenlerin doğrudan tam yargı davası açabilmelerine ilişkin şartlar ve süreler düzenlenmiştir.

Burada üzerinde durulması gereken konu, idari eylem ile idari işlem arasındaki farktır. İdari eylem, idarenin maddi bir olayıdır; bir idari işleme dayanmaz, yani onun fiilen yürütülmesi niteliğinde değildir. İdarenin, ifası ile görevlendirildiği kamu hizmetlerinin işleyişi sırasındaki davranışları (ör: yol yapımı), yapmak mecburiyetinde olduğu faaliyetleri yapmaması, hareketsiz kalışı (ör: açtığı çukuru kapamaması), taşınır ve taşınmaz mallarının, hayvanlarının, fabrika ve tesislerinin varlık durumları (ör: yüksek gerilim hattının kopması), sağlık kuruluşlarında hatalı tedavi uygulanması gibi, idare edilenlerin haklarını ihlal edebilecek nitelikte idari eylem oluştururlar. İdari eylemlere, idare hukukuna tabi her türlü faaliyette rastlamak mümkündür.

Örneği arttırılabilecek bu gibi durumlarda zarara uğrayan kişiler, İYUK 13 uyarınca tam yargı davası açarak, zararlarının tazminini idare mahkemesinden isteyebilirler.

İYUK madde 13 hükmüne göre; idari eylemlerden zarara uğrayan kişiler, tam yargı davası açmadan önce idareye başvurarak, zararlarının tazmini istemek zorundadırlar. Başvuru yapılmadan doğrudan dava açılması halinde ise idari merci tecavüzü var sayılarak dosyanın yetkili mercie gönderilmesine karar verilecektir.

Dava Açma Süreci ve Başvuru Şartları

Dava açmadan önce idareye, verdiği zararı ödeme konusunda bir şans tanıma amacına yönelik bulunan başvurunun; zararı doğuran idari eylemin yazılı bildirim yahut başka şekilde öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl içinde yapılması gereklidir. Ancak bu başvurunun sonuç doğurabilmesi için eylemi öğrenme hadisesinin ve başvurunun, eylem tarihinden itibaren her halükarda 5 yılı geçmeden önce yapılmış olması gerekir.

Tazminat isteğiyle kendisine başvurulmuş olan idare, şu 4 yoldan birini izleyebilir: 

  1. Başvuru tarihinden itibaren 30 gün içinde talep edilen tazminatın tamamını ödeyebilir. Böyle bir durumda zaten dava açma ihtiyacı kalmayacaktır.
  2. Başvuru tarihinden itibaren 30 gün içinde tazminat talebini kısmen kabul edebilir. Böyle bir durumda kısmen kabul kararınına dair tebligatı izleyen günden itibaren 60 gün içerisinde dava açılabilir.
  3. Başvuru tarihinden itibaren 30 gün içerisinde tazminat talebini tamamen reddederse, ilgili cevaba dair tebligatı izleyen günden itibaren 60 gün içerisinde dava açılabilir.
  4. Başvuru tarihinden itibaren 30 gün içerisinde idare tarafından cevap verilmez ise başvuru zımnen red olunmuş sayılır. Zımnen red tarihini izleyen günden itibaren 60 gün içerisinde dava açılabilir.

Sık Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinin uygulanmasında pek çok sorunlu karşılaşılmaktadır. Bu sorunlar her ne kadar hatalı mahkeme kararları ve idarenin hukuka aykırı uygulamaları gibi durumlardan kaynaklanabilir olsa da çoğunlukla tüm bu süreci avukat yardımı almadan yürütmeye çalışan vatandaşlardan kaynaklanmaktadır. Bazı sorunların telafisi olsa da bazı sorunların ne yazık ki geri dönüşü bulunmadığından, tüm bu teknik ve zorlu süreci bir avukat vasıtasıyla takip etmeniz çok önemlidir. Uygulamada sıklıkla karşılaşılan sorunlar şu şekildedir:

  • İdari işlem ve idari eylemlerin karıştırılması: İYUK madde 13, idari eylemden kaynaklanan zararlara ilişkin bir maddedir. İdari işlemden kaynaklanan zararları İYUK madde 13 ile değil İYUK madde 12 ile giderebilirsiniz.
  • Sürenin tespiti konusundaki hatalar: Sürelerin tespiti hususu bazen mahkemeler ve idare tarafından çok katı uygulanmaktadır. Özellikle eylem tarihinden itibaren 5 yıl geçmemiş olması şartının yorumunda zaman zaman sorunlar yaşanmaktadır. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre; 5 yıllık sürenin başlayabilmesi için mağdurun, idarenin eyleminden dolayı uğradığı zararı değerlendirebilecek duruma gelmiş olması gerekir.
  • İdari başvuru yapılmadan doğrudan dava açılması: İYUK madde 13 hükmüne göre; idari eylemlerden zarara uğrayan kişiler, tam yargı davası açmadan önce idareye başvurarak, zararlarının tazmini istemek zorundadırlar. Başvuru yapılmadan doğrudan dava açılması halinde ise idari merci tecavüzü var sayılarak dosyanın yetkili mercie gönderilmesine karar verilecektir. Bu da haliyle süreci uzatacaktır.

idari yargılama usulü kanunu madde 13 iyuk 2025

Emsal Yargı Kararları ve Uygulama Örnekleri

  • İYUK Madde 13 Emsal Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

(AİHM Eşim/Türkiye B. No: 59601/09): Somut davada Mahkeme, başvuranın 25 Eylül 1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmadığı tartışma konusu olmadığından, kendisinin beş yıl içerisinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine hükmetmektedir. Mahkemenin nazarında, şahsî yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, taraflar uğradığı zararı gerçekte değerlendirildiğinde kullanılması gerekmektedir. Buna göre, söz konusu AİHM’e yapılacak bir başvuru olduğunda, başvuranın olaydan sonra beş yıl içerisinde tazminat talebinde bulunması söz konusu olamazdı; zira zarar ancak daha sonraki bir tarihte tespit edilmişti. 26. Sonuç olarak, işbu davada, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin süre sınırı hakkındaki katı yorumu, davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olmuştur. Dolayısıyla Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, başvurana orantısız külfet yükleyerek, başvuranın mahkemeye erişim hakkının özüne halel getirmiştir (bk. Miragall Escolano ve Diğerleri, yukarıda anılan, § 37). 27. İşbu davanın koşullarında Mahkeme, başvuranın mahkemeye erişim hakkının ve dolayısıyla Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlâl edildiği kanaatindedir

  • İYUK Madde 13 Emsal Anayasa Mahkemesi Kararı

(Hamza Küçük [2. B.], B. No: 2013/7400, 5/11/2015, § …):  İlk Derece Mahkemesi, olayın meydana geldiği tarihten sonra alınan sağlık raporlarında başvurucunun rahatsızlığı ile ilgili yapılan tespitler hakkında bir gerekçeye yer vermemiş, rahatsızlığının hangi tarihte kalıcı hâle geldiği, başvurucunun bu kalıcı rahatsızlığı hangi tarihte öğrenebileceği ve bunun sonucunda da eylemden kaynaklı zararı tam olarak hangi tarihte değerlendirebileceği hakkında herhangi bir açıklamaya yer vermeksizin 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde yer alan beş yıllık süreyi olayın meydana geldiği tarihten itibaren işleterek davanın süre aşımı nedeniyle reddi gerektiği sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi bir temyiz incelemesi yapmamakla birlikte usul kurallarının yorumlanmasının, dava açmak isteyen kişinin mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştırmaması ya da imkânsız hâle getirmemesi gerekir. Buna göre İlk Derece Mahkemesince, başvurucunun sağlık durumunda meydana gelen değişikliklerin ve buna ilişkin sağlık raporlarının dava açma süresine etkisi hakkında bir gerekçeye yer verilmeksizin salt zararı doğuran olayın meydana geldiği tarihi baz alarak açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde yapılan değerlendirmenin, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu sonucuna varılmakla, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği anlaşılmıştır.Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

  • İYUK Madde 13 Emsal Danıştay Kararları

(Danıştay 4. Daire Başkanlığı, 2024/3429 E., 2024/6542 K.): Konu Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı açısından değerlendirildiğinde ise; dosyanın incelenmesinden, dava dilekçesinde Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığının davalı olarak belirtilmediği, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na dava öncesinde başvuru yapıldığına dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı, esas hakkında verilen temyize konu kararda Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı hasım mevkiine alınmak suretiyle, davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiği anlaşılmakta ise de, davacılar tarafından İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesi kapsamında Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yapılmış bir başvuru olmaması sebebiyle, 14. madde kapsamında idari merci tecavüzü kapsamında yapılacak değerlendirme ile dava dilekçesinin Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na tevdii gerekirken, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı hasım mevkiine alınarak, davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı yönünden de hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

(Danıştay 8. Daire Başkanlığı, 2022/5804 E., 2024/252 K.): 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinde düzenlenen ve zararı doğuran idari tasarrufun idari eylem olduğu durumlarda ise; idari eylemlerden kaynaklı tam yargı davaları söz konusu olacaktır. Burada ilgililer, kamu gücünü elinde bulunduran idarenin eyleminden dolayı zarara uğradıklarını ileri sürebilirler. İdari eylem, idarenin maddi bir olaydır; temelinde idari bir işlem bulunmaz, bir idari işleme dayanmaz, yani onun yürütülmesi (icrası) niteliğinde değildir. İdarenin, ifasıyla görevlendirildiği kamu hizmetlerinin yürütümü sırasındaki davranışları, alması gereken önlemleri almaması idare edilenlerin haklarını ihlal edebilecek nitelikteki tasarruflar idari eylem oluştururlar.

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.

Olayda, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı Fen İşleri Dairesi Başkanlığı Yol ve Asfalt Şube Müdürlüğünün …tarih ve …sayılı yazısıyla, yazı ekindeki planda işaretli olan imar yollarında yol açım çalışmalarının başlayacağı, çalışmaların aksamaması ve can ve mal kaybının yaşanmaması için güzergah içerisinde kalan tesislerin ivedi olarak deplase edilmesi gerektiği, bölgeyi bilen teknik elemanın bu çalışma sahasında bulunması gerektiği belirtilmiş, davacı tarafından bilgilendirme yazısının tarafına tebliğ edilmediği belirtilmiş, sonrasında idarece söz konusu alanda çalışmalar yapılmıştır.

Bu durumda, dava konusu tazminat isteminin haksız fiilden kaynaklanan değil idarenin işlemininin icrası sebebiyle doğan zararlardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Davalı idarenin hizmet kusurunun ve olaydan doğan zararın hizmet kusuru esasına göre tazminini gerektiren koşulların bulunup bulunmadığının araştırılması ve bu hususların tespiti idare hukuku ilkelerine göre yapılacağından uyuşmazlığın görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olduğu sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Ayrıca, bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp, o plan ve projeler gereğince işi görmesi de kararın neticesi olan birer idari eylemdir. Davalı idare tarafından savunmasında, Büyükşehir Belediyeleri Koordinasyon Merkezleri Yönetmeliğinin 8. maddesinin (d) bendinde yer alan “İlgili kuruluşlarca imar planı olmayan alanlarda önceden yapılmış tesislerin, yeni imar durumuna uygun yol yapım çalışmaları bitmeden, mevcut tesislerin uygun hale getirilmesini sağlar.” düzenlemesi kapsamında çalışmaların yürütüldüğü belirtilmiş, Mahkeme tarafından yapılan ara kararı üzerine idare tarafından verilen cevapta da yol genişletme çalışmasının mevcut imar planına uygun olarak açıldığı belirtilmiş olup, söz konusu alanda imar planına istinaden çalışma yapılıp yapılmadığı hususunun da göz önüne alınması gerekmektedir.

Öte yandan, ilgililer, idarenin işlemininin icrası sebebiyle doğan zararların tazmini istemiyle idari yargıda dava açabilecekleri gibi, idarenin ifasıyla görevlendirildiği kamu hizmetlerinin yürütümü sırasındaki alması gereken önlemleri almaması nedeniyle oluşan zararlar yani idari eylemden kaynaklı zararların tazmini istemiyle idari yargıda dava açabileceklerinden, temelinde idari işlem olmasa bile davalı idareye Büyükşehir Belediyesi Kanunu kapsamında verilen görev ve yetki kapsamında kamu hizmetinin yürütümü esnasında verilen zararlardan kaynaklı davanın idari yargıda açılması gerektiği açıktır.

Bu durumda, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerlerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine dair karara yönelik istinaf isteminin reddine karar veren Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

(Danıştay 8. Daire Başkanlığı, 2019/3108 E., 2023/6790 K.): Dosyanın incelenmesinden; 09.09.2009 tarihinde İstanbul İli, Küçükçekmece İlçesinde bulunan tır garajını su basması sonucu davacıların babası …’nun hayatını kaybetmesi olayına ilişkin olarak yürütülen ceza kovuşturmasında, … Ağır Ceza Mahkemesi’nin … tarih ve E:… , K:… sayılı kararı ile; tır parkını işleten sanık İ.T.K’nın beraatine, 11.12.2013 tarihli bilirkişi raporuna göre gerekli tedbirleri almadığı belirtilen kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği; anılan kararda atıfta bulunulan 11.12.2013 tarihli bilirkişi raporunda, işletilen tır parkı ile ilgili ruhsat işlemlerini yapan belediye ile İSKİ görevlilerinin kusurlu olduklarının belirtildiğinin anlaşıldığı; davacılar tarafından, …Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla davalı idarelerin kusurlu olduklarının tespit edildiği belirtilerek 17.12.2014 tarihinde olay nedeniyle meydana gelen maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle …Asliye Hukuk Mahkemesi’nin …esasına kayıtlı tazminat davasının açıldığı, Mahkemenin …tarih ve E:…, K:…sayılı kararı ile; yargı yolu farklılığı nedeniyle dava dilekçesinin görev yönünden reddi ile Mahkemenin görevsizliğine, davacıların görevli idari yargı mahkemelerinde ayrı bir dava açmakta muhtariyetine karar verildiği; anılan kararın davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı’na 26.01.2016 tarihinde, diğer davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na 01.02.2016 tarihinde tebliğ edildiği, davacılar vekili Av. …’ya ise 01.09.2016 tarihinde mahkeme kaleminde bizzat tebliğ edildiği, davacı vekili tarafından verilen aynı günlü dilekçe ile kararın temyiz edilmeyeceği ve kesinleştirilmesinin istenildiği; …Asliye Hukuk Mahkemesince düzenlenen kesinleşme şerhinde de kararın 01.09.2016 tarihinde kesinleştiğinin belirtildiği görülmektedir.

Yukarıda özetlenen hukuki süreç sonrası ise, davacılar vekilinin 20.09.2016 tarihli dilekçesi ile … Asliye Hukuk Mahkemesi’nden, dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 20. maddesi uyarınca görevli ve yetkili İstanbul Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne gönderilmesini istediği; ancak bu talebinin, olumlu veya olumsuz, herhangi bir şekilde karşılanmadığı, davacılar tarafından bu sefer 02.12.2016 tarihinde temyizen incelenen işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir. (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34) (AYM B. No: 2012/855, 26/06/2014, § 34).

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu/Türkiye kararında da özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınmaları gerektiğinin belirtildiği, davanın idare mahkemesi tarafından görülmesine karar verenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu, esasa ilişkin olarak ihtilaflı yargılamanın sonucunun ne olacağı konusunda yorumda bulunmaksızın, davanın istisnai koşullarına bakıldığında, başvuranların dava dosyasının görevsizlik kararı veren Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından İdare Mahkemesine gönderilmesi ile İdari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesi ile öngörülen ayrıntı ve usullere sıkı sıkıya bağlı kalarak başvuranların İdare Mahkemesine başvurması arasında alınacak sonuç açısından hiçbir fark bulunmadığı, hangi yöntem aracılığı ile olursa olsun, mevcut davada ulaşılmak istenen amacın, davanın yetkili bir mahkemede görülmesi olduğu, davada 9. maddenin kati surette uygulanması gerektiği farz edilse dahi ihtilaflı yargılamanın hemen başında ve İdare Mahkemesinin ara kararının hemen ardından başvuranların, tam anlamıyla İdari Yargılama Usulü Kanununun hükümlerine uygun olarak yeni bir başvuruda bulunduğu, İdari Yargılama Usulü Kanununun 4. maddesi ile birlikte 9. maddesinin koyuluş nedeninin idare mahkemelerine erişimi kolaylaştırmak olduğu, oysa mevcut davada, başvuranları, esas bakımından dilekçelerinin incelenmesinden yoksun bırakan usuli muameleye ilişkin bir gerekliliğin yorumunun söz konusu olduğu, bu durumun mahkemeler ve yüksek yargı organları tarafından sağlanan etkin koruma hakkına yönelik bir ihlal oluşturacak nitelikte olduğu, söylenenler ışığında, İdari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesini çok katı bir şekilde uygulayan Türk idare mahkemelerinin aşırı şekilci davrandığı ve başvuranları mahkemeye erişim haklarından ve AİHS’nin 6/1. maddesi uyarınca adil yargılanma haklarından yoksun bıraktığı kanaatine varıldığı belirtilerek Sözleşmenin 6/1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

Yukarıda yer verilen yargı kararları, mevzuat hükümleri ve açıklamalar ışığında; ceza yargılaması sonucunda eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihten itibaren idari dava açma süresi içerisinde adli yargıda dava açılmış ve Asliye Hukuk Mahkemesinin uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargı mercilerine ait olduğu gerekçesiyle verdiği görevsizlik kararı üzerine davacı tarafından, dosyanın görevli İdare Mahkemesine gönderilmesi talebini içeren dilekçenin otuz günlük dava süresi içinde Mahkemeye verilmiş olması karşısında, dava dosyasının görevli İdare Mahkemesine gönderilmesi için davacının Asliye Hukuk Mahkemesine yaptığı başvuru tarihinin İdare Mahkemesine başvurma tarihi olarak kabulü gerektiği, bu nedenle, davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin kararda hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.

(Danıştay 8. Daire Başkanlığı, 2019/1222 E., 2023/4873 K.): Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Dava açma süresini saptarken, bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiğinden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan süreye ilişkin mevzuat kurallarının yorumlanmasında kişilerin haklarının ihlali yönünde ağır sonuçlara varan yorumdan kaçınmak gerekmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.

2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde, idari eylemlerden doğan zararlar için doğrudan tam yargı davası açılması konusu düzenlenmektedir. Tam yargı davasının açılabilmesi; idari bir eylem; zarar; zarar ile idari eylem arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir.

Madde tam yargı davası açılmadan önce, idari eylemin yazılı bildirim veya başka suretle öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurularak hakkın yerine getirilmesinin istenmesini aramaktadır.

Hukuki sorumluluğun koşullarının, her zaman, maddede öngörülen süreler içinde, olayın meydana geldiği anda ve bir arada ortaya çıkması mümkün olamamaktadır.

Zararın idari eylemden kaynaklandığının bu sürelerden sonra ortaya çıkması mümkün olabildiği gibi, zararın gerçek miktarı veya illiyet bağı daha sonra da ortaya çıkabilmektedir. Bütün bu olasılıklar göz önünde bulundurulduğunda, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinin, yargıya başvuru hakkını ortadan kaldırmayacak, ancak maddeyi de işlevsiz bırakmayacak bir şekilde yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.

(Danıştay 8. Daire Başkanlığı, 2021/1776 E., 2023/1839 K.): İdari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle tam yargı davası açılabilmesi için; maddi olayın, zarara sebep olan eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın kesin olarak ortaya konulması zorunludur.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan fiziki alemde değişikliğe neden olan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Dolayısıyla zarara sebep olan eylemin idariliği ve yol açtığı zarar, bazen eylemin yapılmasıyla veya olayın gerçekleşmesiyle birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme, ceza soruşturma ve kovuşturması veya kesin sağlık raporları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Esasen, idari eylemin bütün unsurlarıyla öğrenildiği ve zararın tam olarak ortaya çıktığı tarih dikkate alınmadan 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürenin hesaplanması, bazı hallerde dava açma hakkının kullanılamaması sonucunu doğuracaktır. Eylemin idariliğinin ve/veya zararın ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldırır biçimde süre hesabı yapılmasının ise hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararında, eylemin idariliğinin öğrenildiği tarih yönünden 28.06.2017 tarihli bilirkişi raporu esas alınarak 1 yıllık idareye başvuru süresi geçirildikten sonra 05.08.2019 tarihinde yapılan idari başvuru sonucu tesis edilen işlemin yeni bir dava açma süresini başlatmayacağı gerekçesiyle davacıların istinaf istemlerinin reddine karar verildiği görülmekte ise de; bilirkişi incelemesinin takdiri delil niteliğinde olduğu ve davaya bakan hakimi bağlayıcı yönünün bulunmadığı, bu nedenle olayın meydana gelmesinde kusuru bulunan kişiler ile kusur oranlarının tespitine yönelik teknik bilgiyi gerektiren raporun hukuki anlamda kesinleşmesi, hükme esas alınabilir nitelikte olması ve kusur durumu ve oranları yönünden kanun yolu incelemesinde hükmün bozulma ihtimaline binaen yargısal sürecin tamamlanması gerekmektedir.

Olayda, … Bölge Adliye Mahkemesi … Hukuk Dairesinin … tarih ve E:… K:… sayılı bozma kararının gerekçesinde hükme esas alınan bilirkişi raporlarının usul, yasa ve dosya kapsamına uygunluğu yönündeki değerlendirmesi doğrultusunda … Asliye Hukuk Mahkemesinin … tarih ve E:… K:… sayılı kararına karşı yapılan istinaf başvurusu sonucu … Hukuk Dairesinin … tarih ve E:… K:… sayılı kararın taraflarca temyiz edilmemesi üzerine kesinleştiği 15.02.2019 tarihinin eylemin idariliğinin öğrenildiği tarih olarak esas alınması hakkaniyet gereği olup, bu tarihten itibaren davacılar vekilinin 1 yıllık süre içerisinde 05.08.2019 tarihinde idareye başvuruda bulunduğu anlaşıldığından bakılan davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

Sıkça Sorulan Sorular

İdareye başvuru için avukat tutmak zorunlu mu?

Zorunlu değil ancak sürelerin takibi ve taleplerin doğru ifade edilmesi ve hak kaybı yaşamamak için bir avukattan hukuki destek almak hayati önem taşır.

Hem iptal davası hem de tam yargı davası açacaksam yine de idareye başvurmalı mıyım?

Hayır, bir idari işleme karşı olarak hem o işlemin iptalini hem de o işlemden doğan zararın tazminini aynı dilekçeyle istiyorsanız, önden idareye başvurma zorunluluğunuz yoktur.

Ne kadar tazminat isteyebilirim?

Uğradığınız maddi zararlar ve manevi  zararların tamamını talep edebilirsiniz. Miktarın tespiti için deliller, raporlar ve bilirkişi görüşü önemlidir.

İdareye başvurma zorunluluğu her durumda mı var? 

Eğer İYUK Madde 13 kapsamında idari eylemden kaynaklanan zararlarının tazmini için tam yargı davası açacaksanız önden idareye başvurmak zorundasınız.

İYUK Madde 13’e göre idari başvuru ne zaman yapılmalıdır?

Zararı doğuran idari eylemin yazılı bildirim yahut başka şekilde öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl içinde idari başvuru yapılmalıdır ancak bu başvurunun sonuç doğurabilmesi için eylemi öğrenme hadisesinin ve başvurunun, eylem tarihinden itibaren her halükarda 5 yılı geçmeden önce yapılmış olması gerekir.

YASAL UYARI: İşbu yazı ve internet sitesindeki diğer içerikler, avukatlık mevzuatına ve TBB Reklam Yasağı Yönetmeliğine uygun olacak şekilde hazırlanmıştır. Sadece bilgilendirme amaçlıdır, bu materyallere dayanılarak yapılacak hiçbir işlem için sorumluluk kabul edilmemektedir!